MARKAYIM, GÜZELİM, SOSYALİM
Facebook, YouTube, Instagram ve Twitter çağında, markalaşma
işi neredeyse eziyete dönüştü. Aslında biz baştan böyle hayal etmemiştik.
İşlerin daha kolay, daha ucuz ve daha etkili olacağını düşünüyorduk.
Sosyal medyanın hayatımıza girmeye başladığı 2000’li
yılların ikinci yarısında birçok şirket, markalaşmanın altın çağına girildiğini
müjdeliyordu. Şirketler bu alanda da varolabilmek ve rakiplerinden geri
kalmamak adına hemen dijital ajanslarla anlaşmalar yapmaya, sosyal medya yayınları
için ise teknik kadrolar kurmaya başladılar.
Hatta öyle ki viral, buzz, yapılan yayınların çarpan etkisi
gibi terimler bu işin ortak dili haline geldi. Ancak, elde edilen geri dönüşün
verilen emeğin karşılığı olup olmadığı tartışılır.
Şirketler dijital stratejilerini markaya özel içerik üretme
üzerine kurguladılar. Bugüne dek, mevcut ve potansiyel müşteri kitlesiyle
sadece geleneksel medya üzerinden iletişim kurmuş olan markalar, sosyal medyayı
kitleleriyle doğrudan bağlantı sağlayabilecekleri bir ortam olarak gördüler. Oldukça
az sayıda şirket bu alanda yaptığı yatırımların anlamlı karşılığını alabildi.
Markalar 2006-2007 senelerinde çıktıkları sosyal medya
maceralarından eli boş döndüler diyebiliriz.
Peki nerde ve neyi yanlış yaptılar?
HANGİSİ DOĞRU?
Global markaların yerel kültürleri özümsediği, buna uygun reklam
ve pazarlama stratejileri uygulayarak kayda değer yerel başarılar elde
ettiklerini biliyoruz. Ancak sosyal medya, ortak bir kültürü olan büyük ve
kalabalık bir topluluktan oluşuyor. Ve doğal olarak, burada yerel kültürden çok
sosyal medya dinamiği ön plana çıkıyor. Klasik metodlar ve teknikler işlemiyor.
BÜYÜK KALABALIĞIN ALT KÜLTÜRLERİ
Tarihsel olarak fikir ve düşüncelerin topluluklar arasındaki
akışı; kitlesel medya, toplumlardaki marjinal gruplar, toplumsal hareketler ve
sanatçılar aracılığı ile oluyor.
Ancak sosyal medya, dünyadaki tüm toplulukların bir arada ve
dayanışma içinde olduğu bir yaşam alanı.
Bu büyük yaşam alanı alt kültürleri de içinde barındırıyor; kahve,
yemek tarifleri, elişi, her türden sanat, organik yaşam, etkinlikler, spor, dijital
oyun, şehir yaşamı gibi zevkleri olan toplulukları sınırlara bağlı kalkmaksızın
demokratik ortamda bir araya getiriyor. Bugüne dek sınırlı şekilde, dergiler,
yerel dernekler, sohbet ve hobi gruplarında hayat bulan bu ve benzeri
faaliyetler şimdi artık milliyete ve ülkeye bağlı değil.
Bu topluluklar kendi içlerinde yeni fikirleri ve akımları da
çok hızlı bir biçimde üretebiliyor, birbirleri ile etkileşim halinde kalarak,
bu yeniliklerden ve uygulamalardan kolaylıkla haberdar oluyorlar.
Kalabalık kültürünün yükselişiyle, kültürel innovasyon ve
bunu en hızlı biçimde uygulayan pazarlar giderek birbirine daha da çok benzer
hale geliyorlar.
SANATSAL ETKİLEŞİMLER
Geçmişte, yaratıcılık sadece belli bir zümrenin ve endüstrinin
elindeydi. Bu nedenle de yeni sanatsal ve fikri akımlar oldukça uzun dönemler
içerisinde hayat buluyordu.
Oysa şimdi, sosyal medyanın sunduğu kalabalık toplum,
kalabalık kültür ve buna bağlı ortaya çıkan alt kültürler yeni ve yaratıcı
fikirlerin birbirini tetikleyerek ve akımların çok daha hızlı bir biçimde yayılmasına
ve yaratıcılığın artmasına imkan veriyor.
Bunun en önemli göstergelerinden biri de, sosyal medya
yoluyla sesini, şarkısını, rol yeteneğini ya da yazarlık yeteneğini kitlelere
ulaştıran yeni isimler ve bunların oluşturduğu farklı alt kültürler. Günümüzde
globalleşme sonrası her yeri saran popüler kültürden kurtularak, gizli saklı
köşelerden birden bire karşımıza çıkıveren bu yeni yetenekler ve yeni ortak alt
kültürler de aslında markaların ön plana çıkarttıkları markalı içeriklerin
başarısız olmasının en büyük sebebi.
MARKALI İÇERİĞİN ÖTESİ
Kaderlerini markalı içeriğe bağlayan şirketler, bu işin
kendi düşündükleri şekilde olmayacağını anlayıp, sosyal medya ile ilgili
stratejilerini gözden geçirmeye yöneldiler. Markaların YouTube ya da Instagram
performanslarına baktığımızda ilk 500’de bir elin parmağı kadarına
rastlayabiliyoruz. YouTube ilk 500’e girebilen sadece 3 marka bulunuyorken, geri
kalan 497’nin önceden hiç tanınmayan kişiler olduğunu görüyoruz.
YouTube’un en başarılısı PewDiePie’ın Ocak 2017 itibariyle
53 Milyona yakın takipçisi var… Bu genç adam evinde oyunlarla dalga geçen ucuz videolar
hazırlayarak, her yayınında milyonlarca izlenme elde ediyor. Oyun dünyasıyla
ilgili bir komedi programı bizim bildiğimiz klasik medyada olmadığı için de, bu
alanla ilgilenenlerin en fazla takip ettiği kişi PewDiePie oluyor. Aslında
PewDiePie, olmayanı yapmış, oradan yürümüş ve bireysel girişim ile başarıyı
yakalamış.
Sosyal medyaya en fazla yatırım yapan şirketlerden olan Mc
Donalds’ın Youtube takipçi sayısı Ocak 2017 itibariyle 275 Bin, videolarının
günlük izlenme sayısı ise 397,094… Bu rakamlara göre; PewDiePie, Mc Donalds’dan
192 kat daha popüler.
Nedeni çok açık, Mc Donalds YouTube’u TV reklam kanalı gibi kurumsal
sınırlarla kullanırken; PewDiePie’ın öyle bir kaygısı yok, dogmalara
takılmıyor, yayınlarını kurallara bağlı kalmaksızın özgürce yapıyor, kimseden
onay almıyor, izleyicilerden gelen izlenme, beğeni ve yorumlara göre ilerliyor.
BÜYÜK KALABALIĞIN AKIŞINA UYMAK
Markaların sosyal medya ortamında vücut bulan büyük kalabalığa
ve gerçek dünyanın popüler kültürü dışına taşan kültüre ayak uydurması
gerekiyor.
Günümüzde markalar, popüler trendleri standart şekillerle takip
ederek, pazarlama, reklam ve halkla ilişkiler stratejilerini buna göre
belirliyorlar. Ancak, bu klasik usullerle sosyal medyadaki tüketicinin
dikkatini çekemedikleri ortada.
Kendimden örnek vermem gerekirse, bir deterjan markasının ya
da bir kişisel bakım markasının sosyal medya hesabını takip etmek benim için de
hiç mi hiç cazip değil. Ama ilgi alanıma giren bir konuda otorite olarak
gördüğüm bir sosyal medya ünlüsünün ürün önerisini, değerlendirmesini dikkatle
izleyebilirim. Burada da özellikle vurgulamak istediğim kavram “değerlendirme”…
Benim için ürünü boyayıp sadece iyi özelliklerinin ön plana çıkartılması değil
aradığım, ürünün nalına mıhına hem olumlu hem de olumsuz yönlerini öğrenmek
isterim.
Markaların sosyal medya ile ilgili markalandırma
stratejilerini halen oturtamadığı, bu anlamda acemilik yaşadığını görüyoruz. Bu
durumun bir süre daha devam edeceğini söyleyebiliriz. Ancak, tabii sosyal
medyayı çok iyi anlayan ve yaratıcı fikirlerle bu ortamın iç dinamiklerini
çözebilen dâhiler de mutlaka çıkacaktır.
Markaların sosyal medya üzerindeki büyük kalabalığı ve bu
topluluğun takip ettikleri alt kültürleri iyi analiz etmeleri ve buna göre
çözümler üretmeleri gerektiğini düşünüyorum.
İngilizlerin terimi ile “brick and mortar” bir iş modeli ve
düşünceyle, bu alanda başarı kazanmak zor. Belki de bu ortamla doğmuş ve
büyümüş olan, dijital dili konuşan, onunla yaşayan kuşaklar işlerin başına
geçtiğinde bu işler daha kolay olacaktır. O nedenle, tahminim o ki, sosyal
medya pazarlama guruları oldukça genç jenerasyonlardan çıkacak sanırım.
Ve sanıyorum geleceğin önemli mesleklerinden bir de sosyal
medya sosyolojisi ve analizi olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder